top of page
  • Yazarın fotoğrafıYaman

Robert Schild - Stefan Zweig’ın Veda Mektubu

Sevgili Robert Schild'ın 2021 yılında yayımlanan ''Burgazadası Canlı Bir Etnografik Müze Adadan İnsan Manzaraları'' kitabının ardından “Stefan Zweig’ın Veda Mektubu” başlıklı öykü kitabı, geçtiğimiz ay yayımlandı. Bizi bu kitabında da Burgazada'dan mahrum bırakmadığı için teşekkür ederiz. İçinde ''Burgazadası'nda çifte süpriz!...'' ve ''On dördüncü misafir'' adlı iki Burgaz öyküsü var. Düşsel ve yarı gerçek öykülerin hepsini keyifle okudum. Sizlerin de seveceğine eminim. ''Burgazadası'nda çifte süpriz!...'' adlı öyküden tadımlık bir bölüm paylaşıyorum devamını, Robert arkadaşımın “Stefan Zweig’ın Veda Mektubu” başlıklı kitabında okuyabilirsiniz!



Burgazadası’nda çifte sürpriz!..

St. Georg Avusturya Erkek Lisesi’nde İngilizce ve resim öğretmeni olarak çalışmaya başladığından beri, bir Burgazadası tutkunu olmuştu... 1953 sonbaharında İstanbul’a geldiğinde, soluğu hemen lisenin Ada’daki yazlık köşkünde almış ve orada bir hafta sonunu geçirmişti. Reçine kokulu çam ormanıyla çevrilmiş olan, 1900 yılında inşa edilmiş tepedeki bu yazlık evde günlük oda kiralayabilen öğretmenlerden her biri, Burgaz’a geri dönecekti... Josef Meyer de onlardan biriydi – dahası, adaya en çok ilgi duyanlardandı. Galata’daki ilk öğretim yılını geçirmesinin ardından, Haziran ayında memleketindeki büyüklerini ziyaret etmiş olan bu meraklı genç bekâr, 1954’ün Temmuz-Ağustos ayları için Burgaz’da yazlık bir daire kiralamıştı. Çiçekçi Mimi’ye ait olan bu ev de oldukça tepedeydi ve Kaşık adası ile Heybeli’nin “heybe”sini yüksekten görüyordu – kimilerine göre Ada’nın en güzel manzarasına sahipti... Evin hemen yakınlarında Mimi’nin orkide seraları vardı – söylendiği kadarıyla, bu ender çiçekleri İstanbul’da sadece Mimi yetiştirebiliyor, haftada üç kez kentteki mezata bizzat götürüyordu.

Burgazada’da olağanüstü bir yaz mevsimi geçiriyordu Meyer; her sabah uzun bir orman yürüyüşüne çıktıktan sonra “molos” diye anılan kıyıda denize girer ve aşağıda sabah kahvesini içer, evine dönerdi. Kuvvetli bir kahvaltının ardından resim yapar veya kitap okur, öğleden sonra yeniden denize inerdi. Akşamlarını ise genellikle sahildeki Yordan, Şafak, Fulya veya İndiana isimli meyhanelerde geçirir, fazla geç olmadan yeniden evine çıkardı. Ada’daki bu ilk yazında birkaç arkadaş da edinmişti Josef Meyer – bunlar çoğunlukla Rum esnaflar, yanı sıra Yahudi ve Alman yazlıkçılardı. Öte yandan pek kimse ile samimileşmemişti, zaman zaman onlardan biriyle kahve içmek veya bir kadeh kaldırmanın dışında. Yalnızlığını korumakla birlikte, sıkı bir gözlemciydi; Ada’daki değişik etnik grupları incelemeyi pek severdi.

Bir sabah, çat-pat Fransızca konuştuğu dostu Moris Kohen ile Olimpiya Kahvesi’nde otururken, merakından sormuştu: “Ya, Mösyö Moris, bu adada kaç millet oturur acaba?” Kohen’in yanıtı şaşırtmıştı kendisini: “Hiç saymadım ama, yirmiyi buluyordur muhakkak. Üç ayrı din ile beş-altı mezhep de cabası!” Bunları sıralayan dostunu hayranlıkla dinlemiş, böyle bir çeşitliliğin belki de dünyanın hiçbir yerinde bulunmadığını düşünmüştü. “Eh, tabii ki... Osmanlı dönemi, aynen eski Avusturya-Macaristan İmparatorluğunda olduğu gibi, birçok etnisiteyi bir arada barındırmıştı – ancak Habsburg nüfusu, Keldaniler veya Karay Yahudileri gibi, Kürtler veya Aleviler gibi eksantrik kökenleri içermiyordu!”

Başka bir zaman, bostancı Tasos ona Burgaz’daki iki ayrı mekândan bahsetmişti: “Bunların birini sizin benden daha iyi bilmeniz lazım, hocam – Avusturyalı rahibelerin yazlık evinin bahçesi... Oradaki irili-ufaklı müştemilatları yaz ayları için kiralamış olan halk çok çeşitlidir – Rumlar, Ermeniler, Levantenler, Maltızlar, Bulgar ve Makedonlar gibi... Bir de eski Sanatoryum’un bahçesinde benzer bir ‘Babil Kulesi’ var – oranın sahibi olan Dr. Medeni Bey de, değişik kökenli milletlere oda kiralar: yine Rumlar, Ermeniler, Bulgarlar; bu kez Yahudiler de var aralarında ve tek-tük Müslüman aileleri.”

Ada’da iki büyük bostan bulunurdu. İlki, İtfaiye binasına yakın olan Tasos’un sebze, meyve ve biraz da çiçek yetiştirdiği yer, diğeri ise Avusturyalı “Schwester”lerin yukarıdaki bostanı. Oradan alışveriş yapan adalılara rahibeler bir sepet verir, “kendiniz seçin, sonra hesaplaşırız” derlerdi. Birazcık hayvancılık da yaparlardı; üç-dört inekleri, birkaç kuzuları, tavşanları ve domuzları vardı...

Tavşan ve domuzlar, daha çok “Schwester”lerin kendi tüketimlerine ve özellikle Burgaz’ı yazlık beldeleri olarak seçmiş “Boğaziçi Almanlar”ına yönelikti. Bu kişiler, dedeleri on dokuzuncu yüzyılın ortalarında uzman zanaatkâr olarak Osmanlı’ya gelmiş olan Alman ustaların, buradan ayrılmamış torunlarıydılar. Daha çok aralarında veya yerel Avusturyalılar ile evlenir ve Almanca konuşmayı sürdürürlerdi. Bazılarının çocukları Meyer’ın öğrencisiydi ve böylece anne-babalarıyla tanış olmuşlardı.

Bu etkinlikler ve tanıdıklar ile Josef Meyer’in Burgaz’daki yaz ayları çabucak geçti. Göz açıp kapamadan 1954’ün Eylül ayı gelmişti ve yazlıkçılar artık kente dönmeye koyuldular. Meyer’in de okulu başlayacaktı, ancak Ada’dan ayrılmadan Çiçekçi Mimi ile bir sonraki yaz mevsimi için el sıkışmadan da edemedi...

*****

Bir önceki yıl Boğaziçi’nin buzlarla kaplı olduğu gibi değilse de, yine soğuk bir kış geçirmişti 1954/55 ders yılı dönemi – ve yaz aylarını iple çekiyordu Josef Meyer. Bu kez ailesini Noel tatilinde ziyaret ettiğinden, mevsime Mayıs sonunda başlamak üzere Burgaz’daki dairesine taşındı. Bu yıl Ada halkıyla biraz daha yakınlaşmak üzere, “Kolsuz” Yoakim’in plajının yerinde kurulmuş olan Burgaz Deniz Kulübü’ne üye oldu. Orada gerçekten de “her milletten” insanlar vardı ve Meyer büyük bir bölümüyle tanışma olanağı buldu.

Kulübün çoğunluğunu Aşkenaz ve Sefarad Yahudiler oluşturuyordu, ancak Rumlar da oldukça kalabalıktı. Burgazada’nın Rumları, “yerel” ve “yazlıkçı” olarak iki gruba ayrılmaktaydı. Deniz Kulübü’ne üye olmayan bunların ilki, birkaç kuşak boyunca Ada’da yaşamakta, kimi balıkçı ve çoğu esnaf ve zanaatkâr olanlardı. Şöyle ki, Burgaz’ın bakkalları, manavı, bostancısı, emanetçisi, meyhanecileri, nice emekçisi ve çoğu balıkçısı Rum idi ve geçimlerini salt Ada’dan sağlarlardı; bir diğer bölümü ise her gün iş için “stin poli”ye gidip gelirdi... Sayıları tam olarak bilinmemekle birlikte, 1950’lerin ortalarında 700-800 olarak kestiriliyordu. Bazıları Deniz Kulübü üyesi olan yazlıkçıların sayıları ise 2000 dolaylarındaydı. Bunların arasında Sinyosoğlu, Dimitrakopulos ve Triyandafilidis gibi varsıl aileler de yer almaktaydı ki, onların özellikle Gönüllü ve Mehtap Caddelerinde görkemli köşkleri vardı. Ancak yine de yazlıkçıların çoğunluğu orta halli halk kesimindendi. O yıllarda Burgaz’da mütevazi bir yazlık ev veya daire kiralamak, dahası düşük beygir gücü olan motorlu bir kayığın sahibi olmak için çok varlıklı olmak gerekli değildi...

Burgazadası’nın yerli ve yazlıkçı ahalisi, birbirlerine koşut iki büyük aile gibiydi – kimileri bir “Burgaz Cumhuriyeti”nden bile söz ediyordu. Müslüman - gayrimüslim ayrımı yok gibiydi. Gerek balıkçılarda olsun, gerekse yazlıkçılarda, Rumlar ile Türklerin arasında çok sağlam arkadaşlık/dostluk bağları kurulmuştu. Bunlara Josef Meyer, bizzat gördükleri ve duydukları ile sık sık tanık oluyordu. Örneğin bir keresinde, Ada’dan İstanbul’a gitmek üzere vapur iskelesinde beklerken şu olayı gözlemledi: Adalı olmadıkları belli olan iki kişi, yanında annesi ve daha yaşlı bir bayan ile vapur bekleyen, temiz giyimli bir Rum gencine laf atmaya başladılar. Genç adam da kendini savunmaya kalkıştı, kısa bir arbede çıktı. Ne ki, bu olay sahilden görüldü ve kasabın çırağı olan sarışın kıvırcık saçlı Laz Adem bir arkadaşıyla birlikte koşarak yetişti; iki serseriyi bir güzel dövdüler ve o sırada gelmiş olan vapura koydular, İstanbul’a yolladılar!..

Meyer’in piposu için tütün aldığı Tekel bayii Yanko Matakas ise Çanakkale Gazisiydi. Orada savaşırken, yanına düşen bir top mermisinin parçaları, sağ bacağını kaybetmesine yol açmıştı. İskelenin karşısında bulunan dükkânında tütün mamulleri, kuru yemiş, kırtasiye, olta malzemesi ve oyuncak satan “Topal” Yanko’nun takma bacağı vardı ve İstiklâl Madalyasını büyük gurur ile taşıyordu.

“Milletlerarası” dayanışmayı gösteren, Meyer’in kulağına gelen diğer bir örnek de şuydu: Ada’nın varsıl bir Ermeni yazlıkçısı bir yaz akşamı ansızın ölmüştü ve Burgaz’da Ermeni kilisesi bulunmadığından, onu ertesi güne kadar Aya Yorgi Kilisesi’nde tutmuşlar. Tesadüf şudur ki, aynı gece bir Rum Ortodoks papaz da ölecekti – ve kilisede tek bir tabut vardı! Bu durumda şehirden ilave tabut getirilmesi beklenmemiş, her iki cenaze de aynı tabuta konarak sabah motorla şehre gönderilmiş, motor gözden kaybolana kadar da kilise çanları çalmıştı... Bunun gibi gerçekler, Josef Meyer’e sadece Burgazadası’ndaki halkın değil, resmi makamların da karşılıklı dayanışmalardan çekinmediğini gösteriyordu – orası gerçekten de başlı başına bir “Burgaz Cumhuriyeti”ydi!

*****

1955/56 ders yılı için St. Georg Erkek Lisesi’ne Meyer ile aynı kasabadan gelen matematik öğretmeni Gernot Leitner atandı. Buna ağırlıklı olarak Josef Meyer sebep olmuştu – okuldaki olumlu şartlardan, keza Burgazadası’nda geçirdiği güzel yaz aylarından Leitner’e uzun uzun söz etmiş, kendisi gibi bekâr olan arkadaşının bu adımı atması için özendirmişti. Meyer’in Burgaz hakkında anlattıkları o denli çekici olmuştu ki, Leitner daha yaz bitmeden İstanbul’a vardı ve Beyoğlu’nda bir daire kiralayıp oraya yerleşmesinin hemen ardından, 20 Ağustos 1955’de kendini Burgaz’da buldu – Meyer onu, okulun açılacağı 19 Eylül tarihine kadar evinde misafir edecekti!

..................................................................................................................................... .....................................................................................................................................


111 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page